Ülkemizdeki başlıca kentlerin tarihinin 9-10 bin yıl öncesine dayanmasına rağmen Avrupa şehirleri henüz genç yaştadır. Bu çoğumuza biraz garip gelebilir, Avrupa kentlerinin tarihi yapısının korunduğunu gören kişiler inandırıcı da olmayabilir. Ama, ülkemizdeki gerçek tarihsel zenginliğin yaygın olarak vatandaşlarımıza sunulmamış ve yine var olanın da disiplinli biçimde korunmamış olması bu kanıyı ilk bakışta haklı da gösterebilir.
Ama doğru değildir. Ülkemizde ihmal edilmiş , gecekondulaşmaya ve yapılaşmaya kurban edilmiş yüzbinlerce tarihsel anıt ya da kentsel alan varken, Batı’da bunların değerinin erken farkına varılmıştır. İşte şehirlerimize yaptığımız kültürel ihanetin artık gizlenemez olması ve herkesin de bunu fark edecek kadar ortaya çıkması, en üst düzeyde eleştirilmesine sebep olmuştur.
Bunun nasıl önüne geçeriz?
Kentlerin bir bütün olarak korunması gerektiği ve kentin sadece yollar ve taş yığını binalardan oluşmadığını anlayıp, kentin tarihten getirdiği çevre ve soyut kültürü de kapsayıcı şekilde korunması fikri üzerinde mutabakat yaptığımız zaman sanırım önüne geçmiş oluruz. Ama bu mutabakat her yer darmadağın olduktan sora olursa pek de anlamı kalmayacak.
Bize güçlü bir sesin ‘’ kentleri bozmayın’’ demesi ve bir yasa çıkarması gerekiyor. Yani bize de bir Malraux lazım.
Şehircilik ve planlamayla uğraşanların tamamının bileceği gibi, Malraux Fransız Kültür Bakanı’dır. Paris ve diğer tarihi Fransız Kentlerinin mimari ve kültürel kurtarıcısı olan yasayı çıkardığı için, bu yasa kendi adıyla anılır olmuştur. Yani, bu yasa Malraux Yasası olarak bilinmektedir.
İstanbul gibi kentlere göre çok yeni sayılsa da , Avrupa için eski bir kent sayılan Paris Kentinin geçmişi 2 bin yıl önceye dayanır. Karmaşık kent katmanlarına sahiptir. Bu karmaşık kentsel bütünün bir parçasını oluşturan anıtsal yapıların yanı başındaki sivil mimari örneklerinin de önemli olduğunun farkına henüz 40-50 yıl önce varılmıştır.
Fransa’nın geçmişinde , bize benzer şekilde Hem İmparatorluk hem de Fransız devrimi dönemlerinde tarihi çevre ve anıtsal yapılar hem korunmuş hem yok edilmiştir.
Fransa’da tarihi anıt ve yapıların korunması önce 1887 yılında çıkan bir yasa ile sonra ise 1913 tarihli bir yasa ile olmuştur. 1930’larda ise otomobilin yaygınlaşması ve insanların başka bölgelere gidebilmesi sebebiyle Roussou’nun etkisi ile oluşan Romantik hareket ise doğal varlıkların estetik korunmasını konu dinerek doğal sit alanları kavramını ortaya çıkarmıştır.
Bizde de tarihsel anıtların ilk koruma kanunu 1869 yılında yani Fransa’dan 18 yıl önce çıkmıştır. Yani ülkemiz yasal koruma metnini onlardan daha önce çıkarmıştır. Fakat, Cumhuriyet devrinde 1960’lara gelene kadar bizde tarihi değerlerin koruma hareketleri zayıf olmuştur.
Fransa’da 1943 yılında ise anıtların çevresindeki diğer yapıların anıtlar üzerindeki olumsuz etkilerini bertaraf etmek amacıyla anıttan itibaren 500 m.lik yarı çapta yapılara izin verme yetkisi Kültür Bakanlığı’na tanınmıştır.
1960’lı yıllarda ise kentin büyüme eğilimi üzerine kentin ‘’ mimari miras nitelikli kent bütününü’’ koruma eğilimini ortaya çıkardı. 1962 yılında yasa çıkaran kültür bakanlığı, o zamanki bakan olan Andre Malraux’un adıyla anılan bu yasada , inşaat sektörünün hızlı yıkım ve yayılmacılığına dair ciddi önlemler ve bina yapma kriterleri getirdi.
Yasa ne getiriyordu?
Yasa tarihi dokuya sahip kentlerde hem tarihi dokuyu korumakta, hem de yoğunlaşan nüfusun barınma yani konut ihtiyacını düzenlemekteydi. Kent merkezindeki yıpranmış tarihi dokuların yeniden yaşanabilir hale getirilmesi için kredi, devlet desteği, yardım, vergi indirimi, sokakların yeniden düzenlenmesi gibi teşvik ve destekler getirmekte, bu binaların yıkılıp yok edilmesini engellemekteydi. Aynı şekilde burada ikamet edenlerin başka yere göç etmesi mecburiyetini ya da sonucunu doğurmadan onları orada tutmak amacındaydı. O zamanlarda Le Corbusier ise kentlerin eskimiş köhneleşmiş kısımlarını tamamen yıkıp atma fikrini yaymakta ve uygulamaktaydı. ( Şimdi bizim kentlerdeki yerel yönetimler ve bakanlığımız açama Malraux’cu mu, Le Corbusier’ci mi?)
Uygulama sonucu ne oldu?
Günümüzde 30 milyona yakın turist çeken bu kentin en çok gezilen bölgeleri, Malraux’un yasası ile korunmuş bölgeler. Bu örnek İstanbul gibi tarihsel şehirler için gerçekçi bir ipucu vermektedir. İstanbul yılda halen en fazla 10 milyon turist ağırlayabiliyor.
O zaman eski kentlerde yüksek imar hakkı verilmesi için ‘’ köhne kentlerde malikler gelir kaybına uğramaktadır’’ , şeklindeki tezin inşaatçılardan ve belediye planlama bölümlerinden gelmesi gerçekten garip ve anlamlı. Aslında, eski binaların korunarak yenilenmesi ve kullanılması, belediyelerin gelirini düşürdüğü ve inşaatçılara da buradan pek fayda gelmediği için bu tezin sahibi oldukları açıkça ortaya çıkmaktadır. Yani kentteki bugünkü inşaat rantı için gelecek yüz yıllık kalıcı rantı önemsememektedirler.
Kentin tarihsel özelliğini yok ederek yapılan yüksek binaların ülkemizin geleceğine ne kadar zarar vereceğinin iyi hesap edilmesi gerekiyor, İstanbul’dan ev satın alanların da eski İstanbul’un ünü ve değerleri ile bu şehre geldikleri unutulmamalı. Ancak, İmar kanunumuz ,tarihi kent parçalarını koruyan Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunumuz, Belediye Kanunumuz ya da Şehircilik bakanlığı kanun Hükmünde kararnamesi ya da Turizm kanunumuz bu bakışı yakalamış değil. O halde bize bu bakışı yakalayacak ve kentlerimizdeki kültürel değerleri yok etmeden onları geleceğe taşıyacak bir Malraux Yasası gerekiyor.
Her hakkı 5846 sayılı kanun gereği Ali Yüksel-Hilmi Özalp hukuk bürosuna aittir.